Ahahaha ben

Tatmin duygusunu en çok yaşadığımız, kişisel sorunlarımızın aynası Instagram videoları kendimizden bir parça bulduğumuzu düşünüp birileriyle paylaşmaya değecek kadar gerçek mi? Yoksa anlık uyaranlarla geçmişten anımsadığımız mutsuzlukları kendini gerçekleştiren kehanet gibi sahici dertlere mi dönüştürüyoruz?

İçinde yaşadığımız çağın lanetlerinden biri, “iyileşme” kavramının yüzeysel biçimde dijital ekranlara sıkışıp kalması olabilir. İyi olduğunu belirtmeyenlerin kötü olduğunu varsaydığımız uçsuz bucaksız gösteri evreninde görülme ihtiyacı, artık tahmin edilemez bir yöne evriliyor. Öyle ki, kötü hissettiğimiz çocukluk anılarımızı bile tanıdık acılara çevirip her şeyi aynı potada eritirken buluyoruz kendimizi.

Son yıllarda Instagram’ın “keşfet” algoritması peşimizi bırakmıyor. Sürekli karşımıza çıkan videolar bize şu an yaşadıklarımız ile geçmiş arasında bir köprü olduğunu söylüyor. Öyle ki, bu algoritma tanıdıklarımızla oturduğumuz bir masada bize karşı olan en ufak enerji değişimini fark etmemizi, yani devamlı tetikte olma halimizi geçmişte yaşadığımız bir travmaya bağlamaya da oldukça kararlı. Ya da hayatımızda her şey yolunda giderken bir anda mutsuz hissetmemizi, yaşanması gerektiği anda yaşayamadığımız bastırılmış hislerle ilişkilendirmek konusunda ısrarcı. İkili ilişkilerde öne çıkan onaylanma ihtiyacının ise zamanında göz ardı edilen çocuk-ebeveyn ilişkisi etkisinde geliştiğinden de emin. Peki, bu her zaman gerçek mi? Yani travma sandığımız dertlerimiz.

Her şeyin abartılı bir biçimde psikolojikleştirildiği ve “kendini tanı” vurgusunun çokça yapıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Bir dönem “kaygılı” bağlandığımız, bir dönem “kaçıngan” bağlandığımız ve bu kendimizi tanıma süreçlerinin algoritmalarla değer bulduğu yıllarda travmaların eskisi kadar gerçek olmadığına inanmaya başlıyorum.

Gerçekten iyileşmemiz mi gerekiyor, yoksa bazı şeylerin iyileştirmekten ziyade yalnızca yaşanması mı gerekiyor? Karşımıza çıkan beş saniyelik videolar travmalarımızı mı tetikliyor, yoksa sadece ortak mutsuzluklarımızı buruk bir gülümsemeyle zihnimize mi kazıyor? Yaşadığımız her şeyin bir anlamı, her anlamın da ortak bir geçmişi olduğunda kendimizi bu sürece daha rahat teslim ediyoruz. “Kendimizin en iyi hali” olma peşinde koşarken konforlu alanlarımızın, yani geçmişte yaşadığımız ama şimdi üzerine gülebildiğimiz tüm olumsuzlukların bir anlamı olmalı çünkü. Bizi bir yerden bir yere taşımalı. Her gün birbirimizin aklına kazıdığımız, çoğunlukla normlara uymayan ve bu nedenle hastalıklı görülen davranışları düzeltmek aklımızın ucundan geçmezken bu davranışlara yüklediğimiz anlamlarla bir de müşterek kalıplar yarattığımız aşikar. Nasıl ki 90’lar dendiğinde belli başlı semboller aklımızda canlanıyorsa yaşadığımız sorunlar da aynı çizgide kalabalıklaşıyor. Aynı sorunu hissetmiş olmanın dayanılmaz bir hafifliği de yok değil. Bunu çoğu zaman lise yıllarında Dostoyevski okuduğumda içinde olduğumu düşündüğüm “ortak payda” hissine benzetiyorum. Geçmişte yaşadığımız “yalnızca ben böyle hissetmiyorum” konforu, yerini “yalnızca ben böyle hissetmemişim” konforuna bıraktı diyebiliriz.

Adam Phillips, Kaçırdıklarımız kitabında “Esasında kendini tanıma araçlarından yoksun insanlarız. Psikanalistler kavramak istemediğimiz için kavramadığımızı söylerken bunu kastederler. Var olan tek fobi kendini bilme fobisidir,” diyor. Artık kendimizi sosyal medya üzerinden her gün tekrar tekrar tanıdığımız, tanıma halimizi yakınlarımızla kısa bir kesitle paylaştığımız zamanlardayız. Kendimizi tanımak, yıllar boyunca göz ardı edilen karmaşık “travmalarla” yüzleşmeyi gerektirirken, kapitalizmin yeni pazarı olan sosyal medya kültürünü hiç de hafife almamak gerekiyor.

Bu yazıyı yazarken telefonumda bir yeni Instagram bildirimi görüp gelen videoyu izliyorum. İzlediğim “travmalara” yine gülüyorum: “Ahahaha ben.”

Size ihtiyacımız var. Buraya kadar geldiyseniz, hatırlatmak boynumuzun borcu. Türkiye gibi geleceği ziyadesiyle belirsiz bir ülkede, elimizden geldiğince nitelikli yayıncılık yapmanın imkanlarını araştırıyoruz. Güvenilirliğini küresel ölçekte yitirmiş medya alanında hâlâ iyi işler çıkarılabileceğini göstermek istiyoruz.

Bağımsız yayıncılığı desteklemeniz bizim için çok değerli. vesaire’nin dağıtımının sürekliliğinin sağlanmasında ve daha geniş kesimlere ulaşmasında okurlarımızın üstlendiği sorumluluk özel bir anlam taşıyor. vesaire’yi tek seferliğine veya düzenli desteklemek için patreon sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
İsrail'in 2 Ağustos 2014'te Gazze'ye düzenlediği hava saldırısında hasar gören Gazze İslam Üniversitesi'nin bahçesinde etrafa saçılmış kağıtlar. Fotoğraf: AA.
daha fazla

Kitle imha şiiri yoktur

Rıfat El-Arir, işgalci ve sömürgeci siyonist kuşatmanın baskıcılığına karşı direnmeye çalışan milyonlarca Filistinliden biriydi. Gazzeliydi. Akademisyen ve şairdi.…
YETENEKLİ BAY RIPLEY (Anthony Minghella, 1999).
daha fazla

Bay Ripley yaşıyor

Patricia Highsmith (1921-1995), çekici sosyopat Tom Ripley’nin başrolde olduğu psikolojik gerilim romanı Yetenekli Bay Ripley’i 30 Kasım 1955’te…
Total
0
Share