Jim Marshall: Dahi bir fotoğrafçının çok yönlü portresi

Thelonious Monk ve ailesi apartman dairelerinin mutfağında. New York, 1963. Fotoğraf: Jim Marshall (Bu fotoğraf bir Saturday Evening Post yazısı için çekilmişti).

Birçok insan Jim Marshall’ı (1936-2010) düşündüğünde rock and roll tarihinden sahneler aklına gelir: Monterey Pop Festival’da gitarını yakan Jimi Hendrix, San Quentin Eyalet Hapisanesi’nde el hareketi çeken Johnny Cash, elinde bir şişe Souther Comfort, üzerinde parlak, kısa bir elbiseyle şuh bir kahkaha atan Janis Joplin, Golden Gate Park’ta “Summer of Love” konserini veren The Charlatans.

Ancak Marshall’ın kökleri rock’tan daha derine iniyor, caz tarihinin satırları arasından, Jim Crow Amerika’sında yaşını almakta olan alaylı bir fotoğrafçı olarak yetilerini geliştirdiği gece kulüplerinden ve festivallerden geçiyor. Her daim aykırı Jim Marshall, bastırılmışların ve sömürülmüşlerin acılarını ve kederlerini güzellik ve sanata dönüştürdüğü alanlarda, ezilenin yanında durmuştu.

Sokaktan ayağı kesilmeyen Marshall, aktivistlerin görme ve düşünme biçimlerimizi değiştirme gücünü anlamıştı. Fotoğraf makinesini, yalnızca büyük sahne isimlerinin değil, o en etkileyici birkaç fotoğrafını çektikten elli yıl sonra bugün bile verdiğimiz savaşı veren sıradan insanları ve hikâyelerini anlatmak için bir enstrüman olarak kullandı.

Marshall’ın uzun süreli yardımcısı ve editörü Amelia Davis, Chronicle Books’un yayımladığı Jim Marshall: Show Me the Picture – Images and Stories from a Photography Legend isimli kitapla Marshall’ın hayat görüşüne bir saygı duruşunda bulunuyor. Davis, Marshall’ın fotoğraflarını bizi yolculuğa çıkaran muazzam makalelerle birleştirerek, Marshall’ın mirası olan biricik dehasının güçlü bir portresini çiziyor.

“Epey kişiseldi. Hem Jim Marshall: Show Me the Picture isimli belgesele eşlik etmesi için hem de dört başı mamur bir kitap olması için planlanmıştı. Jim Marshall’ın kim olduğunu göstermek için samimi ve kişisel olmak istedim. Birçok insan onu rock and roll fotoğraflarından bilir ama o çok daha fazlasıydı. Öyle şefkatli, öyle anlayışlıydı ama herkesin gördüğü insan bu değildi ve ben kitapta bunu gösterdim.”

Davis, adeta doğanın bir gücü olan Jim Marshall efsanesiyle ilgili bildiklerini paylaşıyor.

Jim Marshall’ın kim olduğunu ve işlerinin bir insan, bir sanatçı ve bir aktivist olarak onu nasıl yansıttığını bize anlatabilir misiniz?

Jim bir mülteciydi. Ebeveynleri kendilerini hep Süryani olarak tanımlardı. Chicago’da doğmuştu ama bir veya iki yaşındayken San Francisco’ya taşınmışlardı. Babası onu terketmişti, annesi ve teyzeleri tarafından büyütüldü. Bir caz mahallesinde yaşıyorlardı. Hep dışlanmış hissetti. Yabancı görünüyordu. Asabiydi ama bu sayede hep ezilmişleri temsil etmiş, fotoğraflarıyla onların kim olduklarını gösterip, hak ettikleri itibarı onlara kazandırmak için çaba göstermişti.

Jim alaylıydı, her şeyi kendi öğrenmişti. İlk Leica’sını 1959’da 50 dolara almış ve fotoğraf çekmeye başlamıştı. Ona ne yapacağını söyleyen hiç kimse olmadığı için North Beach’teki caz kulüplerine gidebiliyordu. Sabit mercekli tamamen manuel bir fotoğraf makinesi vardı, üstelik müzisyenlerin çoğu siyahtı yani karanlık bir atmosferde siyah ten rengi üzerine çalışması gerekiyordu. Işık durumuna bakıp enstantane ve diyafram ayarlarını kestirebiliyordu. Bunu doğru kestirmek zorundaydı çünkü hayatının ilk dönemlerinde çulsuzdu. Filmleri toptan, makara hâlinde alır ve kendi sarardı. Film harcayacak durumu yoktu. Öylece deklanşöre basıp bir şeyler çıkmasını bekleyecek lüksü de.

1965’te Haight-Asbury karşı kültürü oluşmaya başladığında, en başından 1970’lere doğru sonlandığı zamanlara kadar belgelemek için oradaydı. O dönem Jim ile ilgili eşsiz bulduğum şey, diğer tüm fotoğrafçıların orada sadece müzik için bulunmasıydı. Yani eğer Jimi Hendrix Panhandle’da bedava bir konser veriyorsa, Jimi’nin fotoğrafını çekip şarkı bitince ekipmanlarını toplayıp gidiyorlardı. Oysa Jim kamerasını kaldırmaz ve etrafında olan her şeyin fotoğrafını çekerdi. Onun için mevzu deneyimin bütünüydü, yalnızca müzik değil. İnsanları o sırada orada yaşanan her şeyin içine almak istiyordu.

John Coltrane, Rudy Van Gelder’ın Impulse Records’daki stüdyosunda kayıtları dinliyor. New York, 1963. Fotoğraf: Jim Marshall.

Barış işareti ve Yurttaşlık Hakları’nda (Hareketi) da bile. Jim Güneye gidip, 1963-1964 Newport Jazz Festival’da Joan Baez’in fotoğraflarını çekmişti. Baez güneye Washington’a yapılacak yürüyüşün denemelerini yapmaya ve siyahları seçmen kaydı yaptırmaları konusunda ikna etmek için gitmişti. Jim onu takip etti ve bu müthiş Yurttaşlık Hakları Hareketi’nin ilk zamanlarını belgeledi. Kayda değer yerde gibiydi. Fotoğraf makinesi de yanında ve her şeyi belgeleyebiliyordu.

Ben dünyayla Jim’in olduğunu paylaşmaya çalışıyorum. Öylece biri olduğunu düşünebilirsiniz ancak bu kitaba şöyle bir baktıktan sonra onun bundan ne denli fazlası olduğunu görebilirsiniz. Fotoğrafçılar öldüklerinde arşivleri kapatılır ve kaldırılır, hiç kimse bi daha göremez. Jim bir daha asla yaşanmayacak tarihi anlar ve gelmeyecek insanların fotoğrafını çekti, işleri kamuyla paylaşmamak için fazla önemli. Bu kitaplar ve etkinliklerle yapmaya çalıştığım şeylerden biri onun tüm işlerini ve yakaladığı tarih parçalarını göstermek çünkü şu an bunlar çok önemliler.

Onun fotoğrafı nasıl kültürel, politik ve toplumsal bir değişim aracı olarak kullandığı ve bunun zamanın ve müziğin ruhunu nasıl yansıttığı hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Hepsi birbirine bağlı. 1950’lerin Beat Kuşağı North Beach’teydi ve 1960’lara doğru ilerlerken yazılarına müzik eklemeye başladılar. Bir de müziği, sözleri ve olan biteni belgeyen Jim’in fotoğraf makinesi vardı. Hepsi bağlantılı, özellikle de caz işleriyle.

Erken dönem caz işlerine, özellikle Monterey Jazz Festival ya da Newport Jazz Festival’a bakarsak, ABD’nin hâlen ırk ayrımı altında olduğu ve siyahlarla beyazların polis tarafından taciz edilmeden bir arada olabilecekleri yegâne yerlerdi bunlar, çünkü müziğin evrensel dili için oradaydılar. Jim yalnızca müzisyenlerin fotoğraflarını çekmedi, kalabalıkların da fotoğraflarını çekti. Bu inanılmaz, çünkü siyahları ve beyazları birlikte görüyoruz, kaygısızca müziğin tadını çıkarıyorlar, bu öyle çok şey söylüyor ki.

Bir de Jim’in belgelediği eylemler var, 1965’teki Kadın Yürüyüşü, Vietnam Savaşı’na karşı eylemler, ifade özgürlüğü, ırksal eşitlik… Bunlar o yürüyüşlerde, gösterilerde hep vardı. Düşünüyorum da, günümüz nesli olan biten tüm bu siyasi olaylar yüzünden epey çaresiz hissediyor. Umarım bu barışçıl eylemlere bakarlar ve belki derler ki, “Bir şeyler yapabiliriz. Barışçıl eylemle, sesimizi çıkararak bir şeyleri değiştirebiliriz.” Bence Jim’in fotoğrafları işte bunu yapıyor. Bütün bir neslin aktivistlerine hatta müzisyenlerine ve yazarlarına ilham oluyor, o duyguyu bu zaman dilimine getirmeleri için ilham veriyor.

Miriam Makeba, New York’ta bir gece kulübü, 1960. Fotoğraf: Jim Marshall.

Farklı türleriyle müziğin Jim’e bir sanatçı olarak ne ifade ettiği, bir sanat dalını başka bir sanat dalına nasıl aktardığı ile ilgili neler anlatabilirsiniz?

Sözler ve müzik çok anlamlılar. Onlar bir hikâye anlatıyorlar, Jim de fotoğraflarıyla bir hikâye anlatıyor. Uyum içerisinde birlikte var oluyorlar ve Jim bunu yakalamayı başarmıştı. Müzisyenler Jim’in orada olduğunu bilmiyorlar, böylece Jim yeniden yaratılamayacak, özellikle caz için konuşursak bir festivalde üç gün üst üste aynı şarkıyı çalsalar bile her şey o anın hissine bağlı olduğun için her seferinde farklı olarak anları yakalayabiliyordu. Jim’in yakalamayı becerdiği şey işte buydu. O geçici duygu ve anın hissi. Bunu çok iyi yapıyordu çünkü ana müdahale etmiyordu. Leica harika makine çünkü sessiz, öyle kocaman da değil, bu sayede yaptığını yapabiliyordu.

Müzisyenlerin Jim’e nasıl tepki verdikleri ve birlikte nasıl işbirlikleri kurduklarını anlatabilir misiniz?

Jim birçok müzisyenle dostluk kurduğu için onun yanında gardlarını indiriyorlardı çünkü biliyorlardı ki Jim asla onların kötü bir fotoğrafını çekmez. Bazıları uyuşturucu kullandıkları ortamlar gibi uygunsuz durumlarda olabiliyor, Jim’in orada çektiği fotoğrafları göstermeyeceği onlara ihanet etmeyeceğini, çektiği fotoğraflardan onları uygun durumlarda en iyi şekilde temsil edenlerini seçeceğini bilirlerdi.

Buna en iyi örnek the Rolling Stones’un 1972 turnesi. Bu basitçe bir kokain turnesiydi ama Jim o fotoğrafların hiçbirini yayınlamadı. Sahnede bu insan üstü grubun fotoğraflarını çekiyor sonra Mick Jagger’in yerde yoga yaptığı sahne arkasına gidiyordu. Jim bu ikonik figürleri yakalayabiliyordu ancak onları sıradan insanlar olarak de göstermeyi beceriyordu. Bu müzisyenlerin ve aktivistlerin birçok yüzünü, özellikle sakin zamanlarında insani yönlerini gösterebiliyordu. Onlar yalnızca gerçeküstü figürler değillerdi. Hissediyorlardı. Üzgündüler, mutluydular, o insanın tüm ruh hâllerini gösteriyordu.”

Sound check sırasında Jimi Hendrix. Monterey Pop Festival, Monterey, California, 1967. Fotoğraf: Jim Marshall.

Jim tarihe en büyük katkısının ne olduğunu düşünüyor?

Sanırım haklarından mahrum bırakılanların temsiliydi. Siyah müzisyenlerin fotoğrafını çekmek onun için çok önemliydi çünkü müzikleri öyle hisli, öyle evrenseldi. Yalnızca siyahlar dinleyip duygulanmıyordu, beyazlar da onların mücadelelerinin bir kısmını anlamaya çalışabiliyordu.

Jim için anaakım olmayan insanların temsili önemliydi diye düşünüyorum. Hazard, Kentucky’ye gidip bir maden işçisi ve ailesinin fotoğrafını çekmişti. Kartondan yapılmış o kulübede onlarla empati kurabiliyorsun ama onlara acımıyorsun. Gururlarını hissediyorsun. Zavallı ‘fakir insanlar’ olarak gösterilmek istemiyorlar. Jim fotoğraflarında dürüst davranmaya çalışmış ve bu duyguları izleyiciye hissettirmeyi başarmıştı. Ne olursa olsun, bunu paylaşmak önemiydi ve bunu fotoğraflarıyla hikâye anlatarak yapmıştı.”


*Bu yazı, Onur Sesigür tarafından Miss Rosen’ın Feature Shoot’ta yayımlanan röportajından çevrilmiştir. Fotoğrafların tamamı, Amelia Davis’in yazdığı “Jim Marshall: Show Me the Picture” (Chronicle Books, 2019) isimli kitaptan alınmıştır.

Muhabbetimiz daim olsun...

Benzer Yazılar
BREAKFAST AT TIFFANY'S (Blake Edwards, 1961).
daha fazla

Moda demokratik olabilir mi?

Lee Alexander McQueen’in intihar ettiği haberini okuduğumda günlerce yas tuttum. Modanın ne anlama geldiğini kavramamı, o dünyayı keşfetmemi…
Total
0
Share

vesaire sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et